Popüler Yayınlar

26 Şubat 2012 Pazar

Söz Meclisten Dışarı: Ayıp ve kayıp...

Söz Meclisten Dışarı: Ayıp ve kayıp...: Kin ve nefret değil, sevmek ayıp bu devirde insanlık çoktan kayıp, dostluk hasta yatıyor revirde...

Söz Meclisten Dışarı: Sözdeyişler

Söz Meclisten Dışarı: Sözdeyişler: Aşk ilkokulda komedi,ortaokulda trajedi, lisede dram, imamhatipte ise haramdır haram! Arabanın ön koltuğundaki çocuk kazaya,arka koltuğunda...

25 Şubat 2012 Cumartesi

Karıncaların Verdiği Ders

KARINCANIN DERSİ adlı kitaptan seçmeler

KARINCANIN VERDİĞİ DERS

Karıncalar topluluk halinde yaşarlar. Topluluk kraliçe, erkekler ve işçilerden oluşur. Dişiler(kraliçe) ve erkekler çoğunlukla kanatlıdırlar. İşçiler kanatsız kısır dişilerdir. Yuvanın temizliği, korunması, yavruların bakılması işçi karıncaların görevleridir. Karıncalar yuvalarını çalı çırpıların arasına ya da toprağın altına yaparlar. Çok çalışırlar, yazın biriktirdiklerini kışın yerler. Ağustos böceği gibi har vurup harman savurmazlar, aç kalmazlar, böylece insanlara iyi örnek olurlar. İktisat Fakültesinin simgesi karıncadır. Karınca küçük bir hayvandır ama bizlere büyük dersler verir.
Feridun Attar’a göre, hayvanların dilinden anlayan Hazreti Süleyman bir gün ıssız bir yerde dolaşırken bir karınca ailesine rastlar. Karıncalar Sultan Süleyman’ın hatırını sorarlar ve onu selamlarlar. Ama bir karınca hiç yanına yaklaşmaz ve dev bir çöp yığınını taşımayı sürdürür. Hazreti Süleyman merakla onun yanına gider ve şöyle der: “Ey karınca! Bütün arkadaşların benimle konuştular ama sen başını bile çevirmeden işini sürdürdün. Niye böyle yaptın?”
Karınca kederle başını salladı: “Benim kaybedecek bir dakikam bile yok, dedi. Bir an önce şu çöp yığınını kaldırmalıyım. İşim çok acele.”
Hazreti Süleyman büsbütün meraklandı: “Ama yığın büyük, sen küçüksün, diye konuştu. Bütün ömrünce yığını kaldırmaya uğraşsan, yine de başaramazsın.”
Karınca bir an durup Hazreti Süleyman’a baktı: “ Bu yığının altında benim eşim var. Son yağmurda sular bu çöpleri sürükledi, buraya yığdı, eşim de altında kaldı. Eşimi oradan çıkarmamın zor olduğunu biliyorum. Ama o benim sevgili eşim. Onun için çalışmayacağım da kimin için çalışacağım? Eğer sen de bütün gücünle sevdiklerini kurtarmak için elinden geleni yapmaya çalışır, insanları sever, onlar için çalışırsan, kalbinden sevgiyi hiç eksik etmezsen ne demek istediğimi anlarsın.”
HAZRETİ SÜLEYMAN eğilip karıncaya yardım etti, verdiği ders için teşekkür etti.

KARINCAYLA BALIK

Karınca mı balığı yer, yoksa balık mı karıncayı diye sorsam, şaşırır, ne ilgisi var, balık suda yaşar, karınca da karada dersiniz. Oysa Afrika’nın usuz bucaksız topraklarında ilkbahar yağmurlarıyla göllerin oluştuğunu, yaz sıcağında da kuruduğunu biliyor musunuz? Sular yükselip göl halini alınca karıncalar suya kapılıp balıklara yem olurlar. Sular çekilince de balıklar susuz kalıp ölürler, bu sefer karıncalar balıkların başına üşüşürler, onları yer bitirirler.
Kimimiz karınca kimimiz balığız şu evrende. Karınca ya da balık olmanın sağladığı üstünlüğe kanıp övünmek kendini kandırmaktır. Kimin kimi yeneceğini doğa belirler, biz değil. Ne demiş atalarımız: “Alta düştüm diye yerinme, üste çıktım diye sevinme.”

KAZ HIRSIZI
Birinin kazı çalınmış, bir türlü bulunamamış. Adam, Hazreti Süleyman’a durumu anlatmış. O da halkı camiye toplamış. Hırsız da bakalım ne diyecek diye oraya gelmiş. “ İçinizde öyle aptal biri var ki, hem kazı çalıyor hem de başında kazın tüyleri olduğu halde buraya gelmeye çekinmiyor” demiş yüce sultan.
Hırsız farkında olmadan, acaba başımda tüy var mı diye saçlarını yoklayınca Hazreti Süleyman cemaate: “İşte hırsız orada, yakalayın” demiş.
Kendi ayağıyla tuzağa düşen hırsız da kıskıvrak yakalanmış.

KAZ OLUYORSUN

Adamın biri ölmüş, sorgu meleklerinin karşısına çıkarılmış. Melek sormaya başlamış:
“ Hayattayken hiç birini sevdin, aşık oldun mu?”
Adam yüzünü buruşturmuş:
“ Böyle boş şeylere bulaşmadım, ah vah etmedim, sevda falan çekmedim.”
“ Sanatla, edebiyatla ilgilendin mi, şiir yazdın mı, resim yapın mı?”
“Sanat, edebiyat karın doyurmaz. Para kazanmak için çalıştım ben.”
“ Kitap, dergi, gazete okudun mu?
“ Okumakla başım hoş değil.”
“ Dostun, arkadaşın var mıydı, onlar için bir şey yaptın mı?”
“ Dedim ya, aklım fikrim para kazanmaktı. Başka bir şey düşünmedim. En iyi dost paradır bence.”
Baş melek yardımcılarına dönmüş, “Çabuk bir kanat getirin bu adama” demiş.
Adam sevinçle, “Melek mi oluyorum?” diye sormuş.
“ Hayır, demiş baş melek. Kaz oluyorsun kaz!”
Erhan Tığlı
erhantigli@mynet.com

13 Şubat 2012 Pazartesi

http://www.fenamizah.com/kaktus_karikatur.html

http://www.fenamizah.com/kaktus_karikatur.html

BÜYÜ adlı şiir kitabım hakkında

BÜYÜ

Büyü- Şiirler- Erhan Tığlı- Tay dergisi şiir dizisi 33- 80 sayfa 5 lira
İletişim. erhantigli@mynet.com
50 yıldır çeşitli gazete ve dergilerde yazı ve şiirleri çıkan Erhan Tığlı neredeyse yarım yüzyıldır şiir kitabı yayımlamıyordu. 70 yaşına merhaba dediği günlerden birinde sanki “yaşım yetmiş ama işim bitmemiş” dercesine şiirlerini bir kitapta topladı.
Kitabın ilk şiiri Aradığım adını taşıyor. Bir sevgili arıyor ama gözünün yaşıyla değil, alnının teriyle kazanmak istiyor bu sevgiliyi. Emeğiyle doymak istiyor, eğilen beliyle değil. Aradığı dost da alnının akıyla övüneceği bir dost olacak, cebinin parasıyla değil...
Baharla Gelen Güzellik şiiri –larla ekleriyle müzik havasına bürünmüş. Yaşama sevinci ve iyimser bir dünya görüşü var bu şiirde: “Bir canlılık gelir doğaya baharla/Çiçekler gelin olur/ Düğün yapar arılarla/ Bayramı kutlar kelebekler/ Köylü dayı güreş tutar tarlalarla(...) sarılar yeşillerle oynaşır/Dans eder maviler allarla...”
Tedirgin adlı şiirinde ise “Ben bu bulvarların adamı değilim” diyor. Doğayla koyun koyuna yaşamak istiyor, apartmanları mutluluğa çekilmiş silah olarak görüyor...
Kitaba adını veren Büyü şiirini anne babalar dikkatle okumalı. Bir antolojiye de alınan bu şiirinde Tığlı çocuklara, güzelliğe köprü kurmalarını, bilinçsiz uykuyu uyandırmalarını, dokuz köyden kovulmaktan korkmamalarını, onuncu köyü unutmamalarını söylüyor...
Kitaptaki şiir başlıkları barış, sevgi ve dostluk mesajları veriyor: Şiirleşsin Dünya, Doğ Güneşim Doğ, Kurtarın Şiirimi, Çiçeğe uzanalım, Benim adım Barış, Aşk Yaşlanmaz, Aşk Evreni, Ağlatmamalı Aşk, Sevmek Gül Dikmektir, Şiirdir Sevgi, Güneş Doğacak...
Dizeler de aynı duygu ve düşüncelerle bezenmiş, bizi doğruya iyiye güzele, doğaya, doğallığa, birlik ve dayanışmaya çağırıyor, umut aşılıyor:
“Güzellik ateşiyle yan/Şiirleşsin dünyan” (şiirleşsin Dünya)
“Hadi dostlar el ele verelim gelin(...) Yaşamayı edelim gelin” (Umut Işığı)
“Doğ güneşim doğ/Doğ da kötülüğü, çirkinliği kov” (Doğ Güneşim Doğ)
“Yakın hem de çok yakın/Yepyeni bir güneş doğacak” (Neredesin Umut Kaptan)
“Gül çocuk gül/ Senin kadar/Güzel olsun yaşamak” (Gül Çocuk Gül)
...
Şairimiz toplumun aksak yönlerini taşlamalarla dile getirmiş. Niye, Aydın mısın, Deli Aydın, Beni Böyle Sevmeyin, Çelişki, Bir Numaralı Adamın Sonu bu tür şiirlerden... Aşk şiirlerinde bile toplumsal konular dizelerle ya doğrudan ya da dolaylı olarak ele alınmış...
Akbaba, Gırgır gibi mizah dergilerinde yazıları çıktığı için olacak, şiirlerinde güldüren düşündüren öğeler çokça yer alıyor. Çelişkilerimizi esprili bir dille göz önüne seriyor:
“... Yine el üstünde tutuldu/Ama sıfır oldu...” (Bir Numaralı Adamın Sonu)
“Mide açsa yemek ister/Mutlu olmak emek ister/Gerçekleri gören çoktur/ Söylemeye yürek ister” (İster)
“Balığı seviyorsun/Tutup yiyorsun/Koyunu seviyorsun/Kesip yiyorsun/Muhabbet kuşunu kafese/Süs balığını akvaryuma hapsediyorsun...” (Beni Böyle Sevmeyin)
“Sevişmelerden doğduk/Savaşıyoruz!” (Çelişki)
Çocukların diliyle konuşuyor kimi şiirlerinde, onların ağzından kötülüklerle savaşmak gerektiğini vurguluyor. Bu konuyu şu şiirlerde görüyoruz: Gül Çocuk Gül, Oyuncak, Yeni Bir Dünya, İçimdeki Çocuk- Dışımdaki Adam, Gazeli Çocuk, Yitik Çocuk...
İşte birkaç örnek:
“Tanrım/Öyle bir oyuncak ver ki büyüklere/ Onunla oynamaktan/ Vakit bulamasınlar/Topla tüfekle oynamaya, /oraya buraya bomba atmaya” (Oyuncak)
“Masallarda üç elma düşerdi gökten/Şimdi üstüne bombalar düşüyor/.../Kocaman adamların/Bu kadar küçülmelerine/Şaşıyor...” (Gazzeli Çocuk)
“Özlemlerime kar yağdı/Dindiremedim/ Çocukluğumu dönme dolaplara/Bindiremedim/.../Elimden tutmadılar benim/Basmadılar bağırlarına/Tinere sığındım/Denize düşenin yılana/Sarıldığı gibi” (Yitik Çocuk)
Tığlı sözcük oyunlarına, anlaşılmaz imgelere başvurmuyor, sade, akıcı, açık ve duru sözcüklerle yazıyor şiirlerini ama kimi yerlerde anlamı güçlendirmek için benzetme ve söz sanatları da yapıyor. Bunlar yapmacık değil, ele alınan konuyu vurgulamak için yapılmış:
“Umut Işığı”, “Geceyi İçmek”, “Gece Bulut olmuştu”, “Özlemimin Ateş Böcekleri”, “Neredesin Umut Kaptan”, “Aşk Ocağı ve Dost Kucağı”, “Kuyuya Gömülen Aşk”, “Seni Düşünmek- Çiçeklere Bürünmek”, “Sevmek Gül Dikmektir”, “Sabahın İlk Sahipleri”... gibi şiir başlıklarından ne demek istediğimiz anlaşılıyor ama biz seçme dizelerle daha da belirginleştirelim görüşümüzü.
“Bir aşk yakamozlanması yok evrenimde/Oysa el ele göz göze, yalınayak/koşmalıydık özlem denizlerine/Mutluluğun sımsıcak kumlarına/Uzanmalıydık birlikte...(...)Balta girmemiş ormanlarda yürür gibiyim/ Kentin kahredici gürültüsü/Tamtam çığlığı beynimde” (Tedirgin)
“Gökteki ayla yıldız/Evlerdeki elektrikler u-yandı” (Şiirleşsin Dünya)
“Sımsıcak bir sevda soluğuyla/Türküleşsin dünya” (Umut Işığı)
“Özlemler tomurcuklansın/Sevinçler kanatlansın/ Yaşamak şaha kalksın” (Doğ Güneşim Doğ)
“Ben bir kuyuyum derin mi derin/ Yosun tutmuş öyküsü duvarımda çilenin” (Dipsiz Kuyu)
“Geceyi içmek istedim/Gece beni içti” (Geceyi İçmek)
“Bencilliğin fildişi kulesinden in/Özveri atına bin” (Gerçek Din)
“Gönül kapısının anahtarını/Dostluğun gül elinde bulursun ancak” (Aşk Ocağı...)
“Hüzün ordusuyla geliyor/ Çile topu tüfeğiyle” (Aydınlık Nöbette)
“Yârin dudağından derlenmiş/Gül tadında/ Bir mektup geldi bana” (Gül Tadı)
“Şiirle kurtulurum/Yalnızlığın yaktığı ateşten” (Cennetim Cehennemim)
...
Kitaptaki şiirleri bütünüyle inceleyenler ona niçin Büyü adını verdiğini sezebilirler. Bence bu söz iki anlamda kullanılmış; şairimiz hem bize küçüklükten kurtul, güzelliklerle büyü demek istiyor hem de şiirin başka bir büyü olduğunu göz önüne seriyor.
Yazımı Erhan Tığlı’nın okuyucularına ve aydın kişilere seslendiği Kurtarın Şiirimi şiirinden birkaç dizeyle bitiriyor ve hadi şairlerimizi yalnız bırakmayalım, onları kurtarmak kendimizi de kurtarmaktır bir bakıma yozluklardan, bencil duygulardan, çarpıklıklardan ve de kötülerin, çirkinlerin saltanatlarından diyorum:
“Hadi gelin dostlar kurtarın şiirimi
Ayrık otlarına tutsak olmasın bahçemiz
Solmasın yârin dudağındaki karanfilimiz”
Beyza Özlen



Aklımdan Bir Kare: Türkçe?

Aklımdan Bir Kare: Türkçe?: Türkçe'nin katledilmesine ve insanların bu konuda hiç bir şey yapmamalarına, bir şey yapmayı bırakın tepki dahi vermemelerine gerçekten diye...

7 Şubat 2012 Salı

MİZAH HABER:

MİZAH HABER:

Eli Kitaplı Adam

ELİ KİTAPLI ADAM

Çoğu insan eli boş gezmez. Kimi çanta taşır, kiminin sigara düşmez elinden. Kimi şişe, kimi kadeh tutmayı sever, kimi tesbih çeker, kimi zincir sallar. Ben, elimde kitap olmadan sokağa çıkamam, bir yere gidemem. Parkta otururken, otobüs beklerken boş durmam, etrafıma aval aval bakmam, kitabımı açıp okurum. Yanımda kitap olmadığı zaman kendimi çıplak hissederim, yürümemi şaşırırım, elimi kolumu nereye koyacağımı bilemem. Kitap okumaya bir daldım mıydı konuşmayı, hatta yemeyi içmeyi unuturum. Bu huyumu bilen dostlarım, konuşayım, okumaya dalmayayım diye, evlerine geldiğimde, kitap, dergi, gazete gibi okunacak şeylerini saklarlar, ortadan kaldırırlar.
Geçenlerde bir veli toplantısına gittim. Sınıf öğretmeni, öğrencilerin okuma alışkanlığı kazanamadıklarından söz etti. Veliler de bundan dert yandıkları için, benden bir çözüm yolu istediler. Velilere, “Siz evde kitap okuyor musunuz?” diye sordum. Hiçbiri evet diyemedi. Kimi kitap pahalılığından yakındı, kimi işlerinin çokluğundan dem vurdu, kimi kitap okumak için boş zaman bulamadığını, hatta günlük gazeteleri bile okuyamadığını ileri sürdü. Acı bir gülüşle, “Siz elinize bir kitap alıp çocuğunuza iyi örnek olmadıktan sonra ne deseniz boş. Çocukların okuması, kültürünün gelişmesi öğütlerden çok örneklerle olur” dedim.
Kim ne derse desin, ben okurum arkadaş! Kitap alacak param yoksa kitaplıklara giderim, kitapçılarda kitapları, dergileri karıştırırım, sayfaları çevirerek fikir edinmeye çalışırım. Okuyan birini gördüğüm zaman sevinir, ne okuduğunu anlamak isterim. Ama şöyle bir bakıyorum da kitap okuyanlar gittikçe azalıyor. Bu yüzden elinde kitapla dolaşan, kitap okuyan benim gibiler bir yama gibi sırıtıyorlar herkesin içinde.
Geçenlerde benim elimden hiç kitabın düşmediğini gören Ayşe Teyze ne dedi biliyor musunuz? “Ne zormuş senin işin yavrum. Memurlar bile okumayı yazmayı dairelerinde bırakırlar. Oysa sen gece gündüz kitap okuyor, bir şeyler yazıyorsun. Bundan hiç yorulmuyor, bıkmıyorsun. Madem bu kadar kitap okuyorsun da niye az para alıyorsun? Okumamışlar neden senden daha çok kazanıyorlar?”
Sustum, önüme baktım. Ne diyebilirdim ki? Okuyup yazmam işimin değil aydın olmamın gereğidir. Bu da parayla pulla ölçülmez. Ben para kazanmak için değil, zevk için okuyorum, desem bana enayi gözüyle m bakardı, yoksa şaka ettiğimi mi sanırdı...
Çarşıya çıktığımız zaman karım manifatura, tuhafiye mağazalarının vitrinlerinden gözlerini ayırmaz, ben kitaplara bakarım. Bu konuda sık sık tartışırız. “Her taraf kitapla doldu, ev darlaştı. Senin yüzünden eşyalarımı koyacak yer bulamıyorum” der. Hiç aldırmam. Kitaplığımdaki kitapların tozlarını alırım, siler, okşarım sayfalarını, gözüm gibi bakarım onlara. En kızdığım kişiler kitabın değerini bilmeyenler, onu yırtan, hırpalayan, çöpe atanlardır. Hele şurada burada saatlerce bomboş oturanları ya da incir çekirdeğini doldurmayacak laflar edenleri görüyorum da sinir oluyorum. Ellerine birer kitap tutuşturmak, boş duracağınıza kitap okusanız günaha mı girersiniz, diye bağırmak, azarlamak istiyorum. Kitapsız insanlardan nefret ediyorum. Onları adam yerine koymuyorum.
Kimileri de, “Okuyayım ama ne okuyayım? O kadar çok çeşitli kitap var ki, insan hangi birini okuyacağına şaşırıyor” diyorlar. Bu da laf mı yani? Oku da ne okursan oku; al bir kitap eline, sevgili gibi bas bağrına. Kitap bulamazsa gazete, dergi oku, şarkı, türkü oku. Kimi sayın büyüklerimiz gibi vatandaşın canına okuma da istersen maval oku, hariçten gazel oku, dua oku, kim ne derse desin, bildiğini oku! “Oku oku budur sonu” diye okumuş yazmış adamların itilip kakılmalarına kafayı takma, karamsarlığa kapılma, kötümser olma. Kitap okuyarak vatanı kurtaramazsın belki ama kendini bilgisizlikten, görgüsüzlükten kurtarırsın.
Kitap taşımak tabanca, bıçak taşımaktan iyidir. Sıcak havalarda yelpaze yerine koyar, sallar, serinlersin, sayfalarının arasına para, değerli eşyalarını koyarsın. Nasıl olsa kitabın kapağını açmayacağı için her şey yerli yerinde durur, gel gidelim diyen olmaz! Sizi taciz etmeye kalkanların başına kitabınızı indiriverdiniz mi, tacizci feleğini şaşırır, neye uğradığını bilemez, kafasına balyoz indiğini sanır. Bir de, kitapsız olmakla suçlanamazsınız. Hele elinizde kara kaplı bir kitap varsa saygınlığınız artar. Bir şey soran olursa yüzüne anlamlı bir bakış fırlatır, dudak büker; “Hele şu kara kaplıya bir bakalım” dersiniz, sayfaları ağır ağır çevirir, kafanızı sallarsınız. İtiraz edenlere “Kitapta yeri var” dediniz mi akan sular durur, akıl ve mantık tavana vurur! Elinizdeki kitap kültürlü bir hava verir, sizi ayrıcalıklı bir kişi yapar.
Geçenlerde beni hiç görmeyen ama tanışmak, görüşmek isteyen biri evimize gelmiş. Karım Tanyeri parkında olduğumu söylemiş. Adam geldi ve beni şıp diye buldu. Şaşırdım, o kadar kişinin arasında beni nasıl bildiğini sordum. Güldü, “Gayet basit, dedi. İçlerinde elinde, masasında kitap olan sadece siz vardınız.” Çevreme şöyle bir baktım. Haklıydı. İlaç için bile olsa, kitaplı biri yoktu oturanların arasında, ben aralarında ayrıkotu gibi kalmıştım.
Buna benzer şöyle bir olay olmuş geçenlerde. Dış memleketlerinden birinden Türkiye’ye gelen yabancı biri, turistik bir otelin lobisinde, aradığı Türk’ü hemen bulmuş. Nasıl mı? Oturanların arasında kitap okumayan bir tek kişi bizimkiymiş...
Kitapların, değerini bilmeyenlerin eline düşmesi, kaldırımlara, ayaklar altına serilmesi, yok pahasına satılması içimi çok sızlatıyor. Onların okunmadan raflarda sararıp solmasına, yıpranmasına dayanamıyorum. Hele kendisine yazarı tarafından armağan edilen, imzalanan kitapları atan satan kişileri görünce tepem atıyor.
Kitabı o kadar seviyorum ki, kitap okurken öleyim, mezar taşıma kitap resmi yapılsın ve şöyle yazılsın diyorum: “ Herkes birbirinin canına okurken/ O, sadece kitap okudu Kitap okumaktan, okutmaktan başka suçu yoktu”
Kitap okumak, okutmak suç mu olur demeyin. Öğretmenliğim sırasında öğrencilere tebliğler dergisinde tavsiye edilmeyen kitapları sınıfta okuttuğum, satışlarında yardımcı olduğum için ceza aldım ve sürüldüm! Bunu Milli Eğitim Bakanlığı yapıyor, şu işe bakın!
Kendini yorma. Biz biliyoruz kitabın önemini, değerini mi diyorsunuz? Oh, içime su serpildi, çok memnun oldum, sevindim. Gelin tanışalım, görüşelim sizinle. Buyurun, bir acı kahvemi için. Kitaplardan söz edelim, kitap sevgimizi paylaşalım, kaynaşalım. Beni nasıl mı bulacaksınız? “Eli kitaplı adamı arıyorum” deyin, hemen gösteriverirler.
***********

5 Şubat 2012 Pazar

Fıkralar

ARAK

Adamın biri vapura biner ve bulmaca çözen bir bayanın karşısına oturur. Kadın bir yerde takılmıştır ve adama sorar: "Eee pardon beyefendi. Bulmacama yardım edebilir misiniz?" Adam: "Tabi buyurun sorun" Kadın: "Kadınların çok hoşlandığı ve kullandığı bir şey, 5 harfli son 4 harfi ARAK" Adamın aklına kötü şeyler gelir tabi ama kurnazlık yaparak: "TARAK" der. Kadın ise: "Aaa evet doğru, silginiz var mıydı?"



3 İSTEK



Aşırı kiloları nedeni ile kadınlardan yana hiç şansı olmayan adamın karşısına çıkan melek üç istekte bulunmasını istemiş. Adam da isteklerini sıralamış: "Kilolarımdan kurtulayım, incecik olayım, kuş gibi hafif olayım, kadınlara çok yakın olayım" Melek: "Derhal" demiş ve adamı kanatlı orkid şekline sokuvermiş.


DOYUMSUZ KUŞ

Lokantaya gelen adam, tek başına kocaman bir masa tutmuş ve yemeğine başlamış. Adam çok az yiyor fakat omzundan kalkıp uçan kuş masadaki her şeyi silip süpürüyormuş. Masa tekrar kuruluyor fakat kuş yine her şeyi yiyormuş. Buna çok şaşıran garsonlar sebebini sormuş. Adam anlatmaya başlamış: "Çok uzun zaman önce bir cin benden 3 isteğimi sordu. Ben ilk olarak bol para istedim. Gerçekten çok param oldu. İkincisi ise çok kadındı. Bu da gerçekleşti. Üçüncü isteğim ise doyumsuz bir kuştu. Yanlış anladı yav"

PAMUK PRENSES VE YEDİ CÜCELER

Pamuk Prenses, cücelerin evine geldikten sonra 7 cüce, prensesin tüm gün ne yaptığını merak etmişler. Sabahleyin evden çıkıp arka tarafa geçmişler ve arka arkaya dizilerek bir delikten içeriye bakmaya başlamışlar. En öndeki prensesin ne yaptığını söylüyor, arkadakiler ise sırayla birbirlerine fısıldanıyorlarmış.
-"Prenses banyoya doğru ilerliyor" -"Prenses banyoya doğru ilerliyor" -"Prenses banyoya doğru ilerliyor"...
-"Banyoya girdi" -"Banyoya girdi" -"Banyoya girdi"...
-"Duşu açtı" -"Duşu açtı" -"Duşu açtı"...
-"Sabunu aldı" -"Sabunu aldı" -"Sabunu aldı"...
-"Sabunu düşürdü" -"Sabunu düşürdü" -"Sabunu düşürdü"...
-"Eğildi" -"Eğildi" -"Eğildi"
-"Kalktı" -"Benimki de" -"Benimki de" "Benimki de"...


Söz Meclisten Dışarı: Sözdeyişler

Söz Meclisten Dışarı: Sözdeyişler: Aşk ilkokulda komedi,ortaokulda trajedi, lisede dram, imamhatipte ise haramdır haram! Arabanın ön koltuğundaki çocuk kazaya,arka koltuğunda...

2 Şubat 2012 Perşembe

Söz Meclisten Dışarı: Espriler...

Söz Meclisten Dışarı: Espriler...: Kaç yaşına basarsan bas ama sakın yaş tahtaya basma! Dostluklar serap olursa, gönüller harap olur... Dostuna da düşmanına da dağ ol; düşma...

1 Şubat 2012 Çarşamba

Yazmak Neye Yarar?

YAZMAK NEYE YARAR?

Okuryazar geçiniriz ama çoğumuz okumaz, yazmaz, sadece seyreder, bakar. Eskiden eş dost birbirine mektup yazar, bayramını, evliliğini, doğum gününü kutlardı. Cep telefonu yaygınlaşalı bu külfet ortadan kalktı. Yazarsak mesaj yazıyoruz mektup yerine. Buna da üşenip hazır mesajları kullananlar var! Atalarımız, “Al eline kalemi, yaz başına geleni” demişler oysa biz dilekçe bile yazmaz, başımıza iş getirenlere “Allah cezaları versin!” diye beddua etmekle, küfredip homurdanmakla yetiniriz. Ağaçlar kalem olsa, denizler mürekkep, yazılmaz benim derdim, deriz ah of çekerek. Bakkala, marketçiye “Yaz tahtaya, al haftaya” diyoruz ya da Barış Manço’nun, “Yaz defteri kitabı/Sarı çizmeli Mehmet ağa/Bir gün öder hesabı” diye şarkı söyleyiveriyoruz alacaklılarımıza. Lefter, futbolu bıraktığı için, “Ver Leftere, yaz deftere” esprimiz de unutuldu...
Başımıza gelenler alın yazımız sayılıyor, kader kara yazdı, diye dert yanılıyor...
Bu karamsar sözleri silelim de sizleri yazmakla ilgili fıkralarla baş başa bırakalım.
KUDURAN ADAM
Adamın birisini köpek ısırmış. Zamanında aşı yaptırmadığı için ölecekmiş. Ölüm döşeğine düşünce dostlarından kalem, kâğıt istemiş. “Vasiyetini mi yazacaksın?” diye sormuşlar. “Hayır” diye başını sallamış, “Isıracağım kişilerin adlarını yazacağım.”
AHMAKLAR DEFTERİ
Şair Haşmet, yanında “Ahmaklar Defteri” adını verdiği bir defter taşır ve oraya ahmaklık yapanların adlarını yazarmış. Koca Ragıp Paşa merak etmiş, “Bu defterde benim de adım var mı?” diye sormuş. “Evet, paşam, var” demiş Haşmet. Paşa şaşırmış, “Peki neden?” demiş. Şair, “Dün, pek güvenilmeyen birine borç verdiniz de ondan” diye cevap vermiş.
“Ya adam borcunu öderse ne yapacaksın?”
“O zaman sizin adınızı siler, onunkini yazarım.”
YAZMAK NE ZAMAN İŞE YARAR?
Yazanlar, hele gazete ve dergilerde gerçekleri yazanlar beladan kurtulamazlar. Ya hapse düşer ya da ağır para cezalarına çarptırılırlar. Çıkarı bozulanlar tarafından dövülür, sövülür, hatta öldürülürler. Bu konuda şöyle bir taşlama yazmıştım:
Kara kara kazanlar
Ah şu oyunbozanlar
Kimvurduya giderler
Gerçekleri yazanlar...
Yazmanın işe yaradığı yerler ve zamanlar da vardır. Nasıl mı? Bakın anlatıvereyim.
Geçenlerde bir lokantaya gittim. Ismarladığım yemeğin gelmesini beklerken ilham geldi. Cebimden not defterimi, kalemimi çıkarıp bir şeyler yazdım. Garson koşarak geldi:
“Beyefendi, bir kusurumuzu mu gördünüz?” diye sordu.
“Hayır, aklıma bir şey geldi de onu yazdım” dedim ama garson inanmadı, lokantanın sahibine bir şey söyledi. Adam yanıma geldi, özür diledi ve öyle çok itibar etti ki beni böyle yerleri teftiş eden biri sandığını anladım. Bozuntuya vermedim. İkram edilen güzel yemekleri yedim. Benden para almadıkları gibi her gidişimde başköşeye oturttular...
Gördünüz ya yerinde ve zamanında yazılan yazı ne kadar işe yarıyor!
ERHAN TIĞLI
************